içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Nurlu ufuklara doğru…

29 Mayıs sabahının erken saatlerinde gözlerimi açıyorum; bir gün öncesinin şiddetli yağmurundan eser kalmamış, odanın içerisini güneş aydınlatmış… Gökyüzü masmavi. Güneşin ışınları insanın içini ısıtıyor. Nereden nereye; aklıma geçmiş günlerdeki siyasetçilerinden birinin söylediği nurlu ufuklar sözü geldi. Sabah mahmurluğunda nurlu ufukların ne anlama geldiğini, günümüzde de yaşanacağını düşünerek seviniyorum.
Bir gün öncesi ülkenin büyük bir bölümünde hava kapalı ve yağmurluydu. Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi yapılacaktı.  Bizim Datça’da yağmur ahmakıslatan cinsinden değildi; bardaktan boşanırcasına yağıyordu.  Şiddetli yağmurun altında vatandaşlık görevini yerine getirmeye giden insanlar yağmura aldırmıyorlardı. Nedense aklıma çocukluğum geldi; bir gün anneme yağmurun ne olduğunu sormuş, o da gök ağlıyor demişti. Belki de ortama uygun güzel bir yaklaşımdı. 
Şiddetli yağmurun altında sandığa gidenleri izledim. Çoğunun yüzünden mutluluk ve kararlılık okunuyordu. Bastonla yürümeye çalışan, yakınlarının koluna girerek yürümeye çalışan yaşlılar. Yorgun, yaşlı ve zorla yürüyen bu yaşlılar kim bilir hangi hastalıklarla boğuşuyorlardı. Ama hepsinin gözlerinde umut ışıkları okunuyordu. Önceki seçimde sedye ile gelenleri de görmüştüm.
O yaşlı insanları izlerken yanılmıyorsam Süleyman Demirel’in boş tencere iktidarı değiştirir, ekmek ile oynanmaz gibisinden sözleri aklıma takıldı. Gerçekten boş tencerelerin sihirli bir gücü var mıydı?
Sonraki  saatlerde gördüm ki; boş tencere  laf-ı güzafmış!..
Sandıklar kapandıktan sonra televizyonun karşısına geçip ne olup bittiğini öğrenmeye çalıştım. YSK henüz yayın yasağını kaldırmamıştı, ancak sonuçlar yavaş yavaş sunuculara geliyordu; onların yüz ifadelerinden bir şeyler anlamaya çalıştım ve biraz olsun anladım.  Yasak kalktıktan sonra sonuçlar tam olmasa bile ekranlara yansıdı. Türkiye haritası üzerinde illerin aldıkları oylar gösterilirken ülkenin bazı kesimlerinde yaşayanların mutlu, bazılarının mutsuz olduklarını gördüm. O zaman ben de mutlu insanların yaşadığı illerden birine taşınsam mı diye düşündüm. Örneğin haritadaki sarı renkli il veya ilçelerin mutlu ve hayatlarından memnun olduklarını da öğrenmiş oldum. Eşimi kandırıp onlardan birine; o mutluların arasına katılmak aklımdan geçti. Eşim sıkıldığımı anlamış olmalı ki;  YouTube kanalından Rai televizyonunda 1980’li yıllarının ünlü ve benimde çok sevdiğim Al Bano-Romina Power çiftinin Felicita şarkısını buldu. Ardından Andre Rieu’nun “The second waltz” parçasını ve diğer konserlerini,  M. Theodorakis’in Zorba filmindeki sirtakisini izledim. Senfoni koserlerini izleyenlerin yüzlerinde kültür ve sanatın nasıl yansıdığını görmek çok güzeldi. Bir ara keşke onların arasında olsaydım diye düşündüm. Müziğin güzelliğine dalıp her şeyi unuttuğum sırada cadde üzerindeki evimizin önünden kornalar çalarak, bayraklar sallayarak geçen araç konvoylarıyla daldığım hayal âleminden sıyrıldım.
Bu hafta Datça Havadis ve Önce Vatan gazeteleri ile dergilerde hangi konuları işleyeceğimi düşündüm. Eski yazdığım konular yerine bundan böyle toplumla birleşecek, yenileri gözlerimin önünde canlandı. Öncelikle yaşanmış olaylardan senaryoya çevrilen “Camdaki Kız”da iyi bir aileden gelen valinin, eğitimli ve zengin ailenin kızı Nalan’ın kaba saba evli iki çocuklu şoföre aşık olup boşanmasındaki nedenleri sosyoloji ve psikolojik yönden irdelemeye karar verdim. Ardından İclal Aydın’ın  “Üç Kız Kardeş” romanından yola çıkılarak çekilen dizideki karakter Türkan’ın boşandığı kocasına mı, yoksa yeni tanıştığı iş adamı Kartal’a mı döneceğiyle ilgili bir şeyler yazarım dedim. Bu konular öyle çok ki, örneğin sırada “Ömer”, “Kızılcık Şerbeti”, “Yalı Çapkını”,  “Yüzyıllık Mucize” var.
Gündeme döndüğümde bu toplumu etkileyen ve siyasetin önüne geçecek öylesine çok konu var ki; hepsi başlı başına yazı konusu. Örneğin Galatasaray Ankaragücü maçını kazanırsa şampiyonluğunu ilan eder mi? Ali Koç yönetimindeki Fenerbahçe Başakşehir’i yenerek hasret kaldığı Ziraat Türkiye Kupasını alabilir mi?
Bu arada izlediğim televizyon programlarında da değişiklikler yapmanın sağlığıma iyi geleceğine kendimce karar verdim. Bundan böyle izlediklerimi bir kenara bırakıp sabahları Seda Sayan, Müge Anlı, Hakan Ural ve onun gibi programları izleyerek toplum kültürüne biraz daha yaklaşacağım. Bunlarla da kalmayarak mafya ağırlıklı, aşklı, meşkli, aldatmalı dizilere de merak saracağım. 
Sözün kısası saçma sapan bir köşe yazısı oldu. Özür dilerim bu ortamda bundan fazlası elimden gelmedi. Herkese nurlu ufuklar dilerim.

 

Bu yazı 1500 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum