içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Bir zamanlar vatan hainiymişim!.. (I)

Siyasetin, toplumun rüzgârgülü gibi döndüğü dönemlerde: araştırmadan, anlamadan, dinlemeden insanlar birbirlerini acımasızca suçlamışlardı. Bu suçlamaların altında çoğunlukla bilgisizliğin, ehliyetsizliğin ve kıskançlığın yattığını bilenler bilir.  Böylesine tirajı-komik olayları kamuda çalışanlar daha çok yaşamışlardır.  Soğuk savaş yılarında solcular komünistlikle suçlanmış, onlara Moskova’ya Moskova’ya denilmiştir. Dönem değişmiş; bazıları sağcılıkla suçlamış,  onlara da Arabistan’a, Arabistan’a diye bağırılmıştır. İpin ucu öylesine kaçırılmıştır ki; şehitlik kavramı bile şehitlikle ilgisi olmayanlara verilmiştir.  Bu tür suçlamaların çoğunun altında emperyalist düşüncenin yattığını söyleyenler olmuştu. Bir ara dinci, dinsiz, ateist ve mason sözcükleri de benzeri yersiz suçlamalarda yerini almıştı.

Kısacası bazı insanlar tanımadıklarını, yüzlerini bile görmediklerini acımadan suçlayarak kendi çapsızlıklarını ortaya koymaktan kaçınmamışlardır.

Değişen bir şey olmuş mudur?

Olmamıştır.

Yalnızca suçlamaların anlamı hemen her dönem değişmiştir. Günümüzün koşullarına göre bu tür suçlamalar biraz daha farklılaşmış; eski söylenenlerin yerini terörist, PKK’lı gibi sözcükler aldı.  Şimdilerde onlara Kandile Kandile deniyor. Sonrada bir yığın hakaret içeren sözcükler birbirini izliyor…

Yanılmıyorsam; bunlara benzer suçlamaların altında duygu psikolojisi yatmaktadır.

Yıllar öncesi bende bu tür suçlamalardan payımı almış, hiç suçum olmadığı halde bazıları bana vatan haini demişlerdi. Hem de öz dayım tarafından…

Nasıl vatan haini olduğumu bende anlayamamış; bilmeden bir şeyler mi yapmışım diye kendimce düşünmüştüm.

Şimdi: nasıl vatan haini olduğuma gelelim:

Türk ve İslam Eserleri Müzesinde uzmanlık görevimi sürdürürken; müzenin bir bölümünü oluşturan Galata Mevlevihanesi  “Divan Edebiyatı Müzesi” ismiyle ayrı bir müdürlük haline getirilmiş ve beni de müdür olarak atamışlardı. Bu müze daha önceden Can Kerametli tarafından en ince ayrıntısına kadar düzenlenmişti. Benim ilk atandığım müdürlük olduğundan büyük bir heyecanla çalışmaya koyulmuş,  çağdaş müzeciliğin öngördüğü koşulları uygulamaya çalışmıştım. Bunun için çeşitli sergiler, konferans dizileri hazırlamıştım. Ayrıca müzede İstanbul Festivalinin bir bölümünü oluşturan Nevzat Atlığ yönetiminde Türk Musikisi konserleriyle Mevlevi sema gösterileri yapılmaya başlanmıştı. Böylece yeni açılan bir müzeye ziyaretçi çekebilmek için elimden gelen çabayı gösteriyordum. Bu arada rahmetli dostum TTOK Genel Müdürü Çelik Gülersoy’un maddi yardımıyla Mevlevihanenin bahçesini çimlendirip çiçeklendirmiş ve çok sayıdaki yapının kitabelerini ve mezar taşlarını altın yaldızlı varaklarla bezetmiştim.  Batı müzelerinde benzerleri olan bir kafeteryayı yine Gülersoy yapmıştı. O günlerde müzeye gelen Kültür Bakanı Avni Akyol ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Nurettin Yardımcı da çalışmalarımdan memnun olduklarını belirtmişlerdi.

Her güzel şeyin bir de sonu vardır sözünün ne kadar doğru olduğunu bir süre sonra yaşayacak ve öğrenecektim.

Devamı var

Bu yazı 2549 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum