içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

KİMSELİ, KİMSESİZLİKLER!..

Geçen gün bindiğim otobüsde arka koltukta oturan bir kadın, yanındaki kadına, Ankara'yı ne kadar çok bildiğini anlatıyor ve bu bilgiçliğini de kendince bir ata sözüne dayandırıyordu:

   "Çok okuyan değil, çok gezen bilir", diyerek.

   On-onbeş dakika boyunca hem kulak misafiri oldum, hem de içimden çok güldüm.

    Yol boyundaki önemli yerler, hastaneler, binalar ve bunlar hakkında ki bilgiler, bilgiler.

   Yanında oturan zavallı kadın öyle sabırlıydı ki, kimbilir ben indikten sonra da nereleri ne kadar dinledi; iç anadolu'nun bir yerlerinde göçüp gelmiş bu "muhteşem Ankaralıyı."

   Yaşam da ne garip bir şeydi. 

   Herkes, bir şeyleri kendince yaşayıp,  kendini de dünyanın merkezi ve her şeyi bildiğini sanarak gidiyordu.

   Oysa, söylediklerimizi ölçmek, tartmak bir sorumluluktu yaşamda. Bizden hiç kimse hesabını sormasa da. 

   Nietzsche, Osho gibi bir çok kişiye atfedilip, hızını alamayanlar da  "La Ederi" deseler de, George Herbert'in (İngiliz Şair, Hatip ve Kilisesi Rahibi) dediği gibi:

   "HER İNSAN BİR DÜNYA" idi gerçekten de.

    Biz insanoğlu, ne kadar da kendimizi önemsiyoruz Allah aşkına. Her şeyi biz biliriz, en iyi, en güvenilir, en, en hep bizizdir; hani o Mazhar-Fuat-Özkan'ın o şarkının sözleri: 

   "Sen neymişsin be abi" gibi.

     Yaşam ne gariptir.

    Hepimizin ayrı ayrı rolleri vardır ve biri birimizi tamamlar, tanımlarız. 

  Ben, ben iken; biz olmak için!.

   Evet, "biz olmak" ne muhteşem bir duygudur.

  İnsanoğlu, milyonlarca yıldır yaşadığı bu sonsuz evrenin içinde bir nokta olsa da, Dünya'da kendisini ne de çok önemli sayar. Ne de çok vazgeçilmezdir. 

   Belki de insanları yaşama bağlayan, yarını yaşamak icin umutlandıran bu "önemli olma" duygusudur. 

    Bir şeylere sahip olmak ne hoş ve güzel bir duygudur. Biz öylesine sahip olma duygusuna kendimizi kaptırırız ki, aç kurtlar gibi maddi, manevi dünyada her şeye sahip olmak istediğimiz yetmiyormuş gibi, bir de, birbirmize sahip olmaya kalkarız.

   Oysa eşlik, dostluk, arkadaşlık duyguları ne muhteşemdir. Güven, sevgi, saygı her şeyi içerir.

   Ve yaşamımızın bir bütün olduğunu unutuveririz. Oysa, dünde yaşadıklarımız elbetteki dünde kalmıştır, Mevlânâ'nın dediği gibi: "Her gün bir yerden göçmek ne iyi, Her gün bir yere konmak ne güzel, Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!

Dünle beraber gitti cancağzım,

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."

    Elbette ki yeni şeyler söylemek gerek ama o yeni şeyler de bizim dünümüzün üstünde yükselir. Siz hiç temeli olmayan bir yapı, bina, kale, sur vs gördünüz mü?

   Yaşam da böyledir, ilişkilerimizden tutun da, sahip olduklarımıza kadar, dünü yokmuş gibi sayarak, görmezlikten gelerek yaşayamayız.

   İnsanlar arasında ki "Güven"de böyle bir duygudur; iyi, hoş, güzel, saf, temiz şeyler üstüne kurulur.

   Kirli ellerle, beyaz çamaşırları ipe seremeyiz. Sermememiz gerekir ama insanoğlu bu:

  "Yoğurdum, kara diyen olmaz ki!.."

   Elbette ki her şeyi inceden inceye  sorgulamak da çok doğru değildir. Hani o ünlü söz gibi, çünkü: 

  "İnsanlar da, dalgalar gibi kayalara çarpa, çarpa büyürler".

   Bu çarpmalar bizi büyütür ama bizden de neleri alıp götürür bilir miyiz? Her çarpışta kaybettiğimiz şeyler nelerdir, hiç düşündük mü? Nerede, neleri bıraktık da farkında değiliz!..

    Sanırım, en azından bugünün verileri ile, insan olarak en şanssız bir dönemi yaşıyoruz ve de farkında değiliz. Her şey o kadar çok çabuk değişiyor ve dönüşüyor ki. Sormayın gitsin.

   Sepetimize o kadar çok şey sığdırmak zorundayız ki. İş. Aş. Yaşamsal gereklilikler. Sevgi. Aşk. ....... say say bitmez.

   Peki, bunların tatlarını alarak yaşıyor muyuz?

  İşte sorun da burada. Etrafınıza bir bakın, bu saydıklarımdan herkeste o kadar bol var ki ama dipsiz bir kuyuya ata ata giderken bir gün tükenmeyeceğini bilmeyerek gittiğimizin farkında bile olmayarak gidiyoruz.

   Siz, hiç yaşlı ve kimsesizlerin yaşadığı "huzur evi" denilse de huzursuzluğun diz boyu, "yaşam evi" denilse de, yaşanılası olmayan sosyal ev, tesis, binalara gittiniz mi?

   Eğer, gitmedi iseniz bu yazdıklarımın hepsi sizin için boş laflar, eğer gitti iseniz de, bunları beyninizin, kalbinizin sinir uçlarınızın en uçlarına kadar hissedeceğiniz o duyguyu size anlatmak, anımsatmak istedim. 

   Özellikle bu sanal ortamlarda kendimize kurduğumuzu sandığımız "aile ortamları" var ya, yok böyle bir şey.

   Bunlar yaşamın rüyaları. 

   Oysa her rüyanın bir sabahı ve uyanması vardır.

   O dediğim yaşlı ve kimseli, kimsesizlerin yaşadığı yerlerde; o kadar kimseli, kimsesiz vardır ki!..

Bunu ne zaman anlarız bilir misiniz? 

   O gün.

   Bu gün elinden tuttuğumuz, sözlerine kandığımız ama bizim olmayan yaşamlar ile bağımız kopunca. O elimizden tutuğunu sandıklarımızın elleri, ellerimizde olmayınca.

   Eş olarak, sevgili olarak, oğul, kız olarak.

  Oysa, ne de muhteşem günleri varmıştır bir zamanlar, bu kimseli kimsesizlerin.

   Ne de çok sevenleri, ellerinden tutanları varmıştır, o yalnızlık duygusunu bile unutanların.

    Savrula savrula giden yaşamda, elinden tutulacak o kadar da insan, kişi de, ne yazıktır ki yoktur ortalıkta. 

   Tutulan ellerin sıcaklığı unutulmasın, tuttuğunuz ellere sıkıca sarılın. Başka bir dünya olmadığı gibi, başka da bir yaşam da yok.

    Nereden mi çıkardım. O dediğim yaşlı kimseli, kimsesizlerin yaşadığı yerlere bir yolunuz düşsün de, iki kelam edin onlarla.

   Ne öyküler, ne öyküler duyar, dinlersiniz. O kimsesli kimsesizlerden, sizin yasadıklarınız ve sahip olduğunu sandıklarınız mı? 

    Çocuk oyuncağı bile sayılmaz çoğunun yaşadığının yanında!..

Bu yazı 2885 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum