içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

TEMMUZ!

Bilgisayarın başına oturduğumda ne yazacağıma bir türlü karar veremedim.

Nedenini gözüm tarihe takılınca anladım.

Makalemin yayınlanacağı günün tarihi 23 Temmuz’du. Temmuz deyince bütün akar sular duruyordu. Çünkü bu ay ülkemiz için çok önemlidir.

  1. Türkiye Lozan’da ülkenin tapusunu üzerine geçirmiştir.
  2. Ülke Basını sansürden kurtulmuştur.

Önce Lozan’ı anlatalım.

Lozan Antlaşması resmen yeni Türkiye cumhuriyetinin her ülke tarafından tanınması olarak bilinmektedir. Osmanlı devleti resmen bu anlaşma ile sona ermiş ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin temelleri Lozan Antlaşması ile atılmıştır. Anlaşma 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmış ve hayata geçmiştir. 

Lozan Antlaşması maddeleri pek çok ülke ve pek çok danışman ile ortak karar alınarak uzlaşma ile yapılmıştır. Türk devleti temsilcisi olarak bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından İsmet İnönü gönderilmiştir. Anlaşma maddelerin birkaçı için değişiklikler uyarmıştır. Anlaşma maddeleri şunlar olmaktadır. 

- Türkiye cumhuriyeti sınırları kesin ve net bir şekilde belirlenmiş ve karara herkes saygı duymuştur.

- Osmanlı devletinden kalan borçlar diğer Osmanlı devleti toprakları üzerinde kurulan devletlere eşit olarak pay edilmiştir.

- Boğazların yönetimi için başkanı bir Türk olacak şekilde bir kurul kurulmuştur.

- Türkiye savaş tazminatı olarak Yunanistan’dan Karaağaç mevkiini almıştır.

- Azınlıklar Türk Vatandaşı sayılmıştır.

-  Kapitülasyonlar kesin ve net bir şekilde kaldırılmıştır.

-  Patrikhaneye özel ayrıcalıklar verilmemiştir.

-  Yabancı okulların hepsi milli eğitim bakanlığına bağlanmıştır.

Lozan Antlaşması ile birlikte pek çok ülkenin Türkiye Cumhuriyeti üzerinde olan baskısı ortadan kalkmıştır. Fakat Lozan Antlaşması ile tüm sorunların çözülmediği ve bir süre görüşmelere ara verildiği düşünülmüştür. 

Bu durum karşısında Lozan Antlaşması oldukça şiddetli tartışmalar içerisinde imzalanmış ve hayata geçmiştir.

Lozan Antlaşması sonrası resmen bir Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve hayata geçmiştir. Türkiye için Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci dönemi başlamıştır.

Lozan Antlaşması ile birlikte en çok merak edilen devletin rejimi ve saltanat ne olacak sorularına kesin bir şekilde cevap verilmiştir. Lozan Antlaşması ile birlikte devlet rejimi, Cumhuriyet olmuş ve saltanat ise kaldırılmıştır.

Bu nedenle sonuçları Yeni Türkiye Cumhuriyeti açısından son derece önemlidir.

Osmanlı devletinden kalan bazı sorunlar Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında oldukça zor bir çözüme ulaşmıştır.

“Lozan'ın son kullanma tarihi ve petrol-maden çıkaramazmışız" yalanı:

Bu yalanı anlayabilmek için aşağıya alınan ve Sinan Meydan’a ait olan 15 Ekim 2012 de yazdığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

Sinan Meydan özetle şöyle anlatıyor:

Cumhuriyet düşmanlarının palavraları bitmiyor: şimdi de kulaktan kulağa yaydıkları yeni bir yalan dolaşıyor her yerde: neymiş! 2023'te lozan antlaşması sona erecekmiş! Lozan antlaşması'nda petrolleri ve madenleri çıkarıp işletme hakkımız elimizden

Alınmış mış! 2023'ten sonra bu hakka kavuşacak mışısız! Tamamen kuyruklu yalan.

Birincisi:  Lozan antlaşması "son kullanma" tarihi olan bir anlaşma değildir. Lozan atntlaşması, türkiye cumhuriyeti'nin "tapusudur" ve türkiye cumhuriyeti var oldukça var olacaktır. (yakın tarihin en uzun süredir devam eden anlaşmasıdır). Kurtuluş savaşı ile türkiye'yi bölüp parçalamayı amaçlayan sevr antlaşması'nı yırtıp tarihin çöp tenekesine atan atatürk ve arkadaşları onun yerine türkiye'nin "tam bağımsızlığını" tüm dünyaya tescil ettiren lozan antlaşması'nı onaylamışlardır. (lozan'ın eksiklerinin yüzde dokasınını (lozan'da elde edemediklerimizi) atatürk ölmeden önce tamamlamıştır.) Lozan'ın "son kullanma tarihi" olduğunu iddia edenler ve bu salakça iddialarına taraftar toplamaya çalışanların amacı türkiye cumhuriyeti'ni bölüp parçalamaktır. Lozan'dan rahatsız olanların yeniden sevr hayali gören türkiye cumhuriyeti düşmanları olduğu unutulmamalıdır.

İkincisi:  Lozan'da "gizli protokol" diye birşey imzalanmamıştır. Bu "ingiliz istihbaratının türkiye görevlisi" olan Kadir Mısıroğlu adlı Türkiye Cumhuriyeti düşmanı "yobazın" uydurmasıdır.

Üçüncüsü: Lozan'da "petrollerin ve madenlerin 2023'e kadar çıkarılmaması" diye bir madde de yoktur. Nitekim 1923-1950 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti madenlerini çıkarmış, işlemiş ve satmıştır. Bu amaçla bizzat Atatürk Etibank'ı kurdurmuştur. Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) nın kuruluş amacı da madenleri bulup, çıkarmaktır. Türkiye Atatürk döneminde maden sanayine dayanan ağır demir-çelik sanayini kurmuştur. Örneğin Karabürk Demir Çelik Kombinası kurulmuştur. Türkiye Atatürk döneminde, bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesi konusunda dünya liderliğine yükselmiştir. Bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesinde artış yüzde 600 kadardır. (bu konuda ayrıntılar için bkz. Sinan meydan, akl-ı kemal, 3. Cilt)

Dördüncüsü:  Türkiye petrol ve maden konusunda 1950-1960 arasında Adnan Menderes'in Demokrat Partisi döneminde ABD'ye büyük tavizler vermiştir. 1950-1960 yılları arasında Adnan Menderes'in Demokrat Partisi'nin ABD ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ile (bunların bazıları yazılı bile değildir, sözlüdür) Türkiye birçok madenlerinin ve petrollerinin çıkarılıp işletilmesini ABD'ye bırakmıştır. Demokrat Partinin ABD ile imzaladığı 1954 tarihli Petrol Anlaşması Türkiye'nin petrol aramasını ve bulduğu petrolu işlemesini ABD onayına bırakmıştır. Bu anlaşma ile petrolların özelleştirilmesinin de önü açılmıştır. İnönü, bu anlaşmayı "kapitülasyon anlaşması" diye adlandırmıştır.

Son söz:  Sonuç olarak: 1923 tarihli lozan antlaşması türkiye'nin bağımsız olamsını sağlamış, 1950-1960 arasında adnan menderes'in demokrat partisi'nin abd ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ise türkiye'nin yeniden bağımlı olamasını sağlamıştır. (bu konuda bütün ayrıntılar akl-ı kemal, 3. Cilt adlı kitabımdadır)

Düşündürücü olan nokta:  Türkiye cumhuriyeti düşmanlarının gerçeği adeta tersyüz ederek, yalan yazarak, yalan söyleyerek genç kuşakları kandırmayı başarmış olmalarıdır. Her duyduğuna inanan "fecebook ve tviter budalası" genç kuşakların da bunda katkısı yok değildir hani...

Yazık!... Çok yazık!...

Bu Lozan yalanlarını söyleyen yalancılarla fena halde dalga geçen bir yazı için aşağıdakmi linke tıklayınınız. (lütfen linkteki bu yazıyı sonuna kadar okuyunuz. Yoksa fena halde yanlış anlarsınız!)

http://www.haberturk.com/.../761647-iste-lozanin-gizli...

*****

Yazı epey ozun oldu. Ancak Lozan’ı bir iki satırla anlatmak, geçiştirmek mümkün değildir. Şimdi gelelim basın mesleğini ilgilendiren “Sansür” konusuna!

O tarihe kadar gazeteler yazdıkları haberleri, gazetede yayımlanacak makaleleri saray tarafından kurulan “Sansür” kuruluna gönderirler ve onay alınan şekliyle yayınlarlardı.

24 Temmuz 1908 tarihinde gazeteler o gün çıkacak haberleri “Sansür Heyeti”ne göndermediler.

Ve böylece basınımız boğazını sıkan bir beladan kurtulmuş oldu.

Ve 24 Temmuz o günden bu güne “Basın Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı. 

Ancak günümüz medyası daha büyük bir çıkmazın içinde.

Çünkü resmen bir sansür ve sansür heyeti yok, onun yerine çok daha karmaşık ve kapsamlı olaylar, kavramlar ve belalar var.

Bir kere birliğimiz yok. Çatışmadan, ayrışmadan medet umanlar “Havuz Medyası”, “Yalaka Basın” vs gibi etiketlerle basını böldü, parçaladı ve birbirlerinin karşısına koydu.

Ayrıca, yazılı basının karşısına radyo gibi sözlü ve Televizyon gibi görüntülü rakipler çıktı. 

Ayrıca, İnternet gibi, Sosyal Medya gibi, sanal kanallar oluştu.

Ayrıca, ekonomik koşullar berbat. Vatandaşlarımız karnını mı doyuracak, gazeteye para mı ayıracak?

Kağıt fabrikalarımız kapandı. Bütün girdiler dışarıdan alınıyor. Bu yüzden basınımız  tamamen dışa bağlı! Yani basınımız yerli ve milli değil aslında!

Ancak hålå ayaktayız ve direniyoruz. Ve direneceğiz.

Çünkü basın baskı ile susturulamaz…

Çünkü hâlâ kendimizden eminiz!

Çünkü hâlâ fikir hürriyetinden yanayız!

Çünkü hâlâ haber alma hakkını savunuyoruz!

Çünkü hâlâ Atatürk’ün izindeyiz!

*****

Bu arada 24 Temmuz’un artık ‘bayram’ değil, ‘mücadele günü’ olduğu savunuluyor

Basın Konseyi, “Medyanın siyasi ve ekonomik kuşatma altına alınması nedeniyle günü  ‘Gazeteciler ve Basın Bayramı’ olarak kutlayamadıklarını açıkladı. Konsey, Basın özgürlüğünün her geçen gün yara alması, sansürün horlatılmasıyla  ‘bayram’ olmaktan çıkan 24 Temmuz’lar, artık ‘mücadele günü’ oluyor” dedi,

Bu fikir yabana atılamaz.

Biz de en kötü sansürün “Otosansür” olduğunu savunuyoruz. Çünkü günümüzde birçok gazeteci, başının belaya girmemesi için suya sabuna dokunamıyor, fikirlerini yani kendini sansürlüyor.

Bilmem anlatabildim mi?

 

Bugünlük de bu kadar!

Hoşçakalın! Sağlıcakla Kalın!

Datça Havadis’siz Kalmayın!

Bu yazı 2525 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum