içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

The White House’dan gelen mektubun öyküsü

Siyaset içeren yazılardan uzaklaşarak daha çok tarihimizin ilginç yönlerini yorumlamaya ve anılarımdan bahsetmek istediğimi önceki yazılarımda belirtmiştim. Yaklaşık elli yılı aşkın yazım hayatımda, müzecilik ve üniversite hocalığı yaparken pek çok ilginç olay yaşadım. Bazılarında sevindim, bazılarından onurlandım, çapsızlarla karşılaşınca da üzüldüm.  Bunlardan bazıları üzerinde düşünülecek trajı-komik olaylardı.

Birkaç gün önce mesleğinin en deneyimli yıllarında, bazı nedenlerle emekliye ayrılan Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Kudret Ata ile çoğu kez yaptığımız gibi telefonla görüşürken konu Ayasofya’ya ve benim Kayseri Müzesine gönderilmeme ve ABD Başkanını eşinin mektubuna gelmişti. Dostum bu mektubu yayınlasana deyince ortaya bu anı yazısı çıktı.

“Erdem Yücel Mazide Kalanlar” kitabımda ve bazı köşe yazılarımda belirttiğim gibi müzelerimizin diplomaside de önemli yeri vardır. Bu müzelerden birisi de Ayasofya Müzesiydi.  Ayasofya Müzesinde belirli aralıklarla toplam 10 yıl 2 ay görev yapmıştım. Benim görev yaptığım yıllarda yabancı ülkelerin kralları, cumhurbaşkanları, başbakanları, bakanları başta olmak üzere ünlü diplomatlar ve dünyanın ünlü kişileri Türkiye’ye gelmişler ve Ayasofya’yı ziyaret etmişlerdi. Basında gördüğüm ünlü kişilerle tanışmak ve resmi davetlerine eşimle katılmanın benim için bir şans olduğunu her zaman söylemiş ve yazmışımdır.

Ayasofya’dan iki kez kişisel kapris ve siyasi nedenlerle alınmış ve yargı kararıyla geri dönmüştüm. Yine böyle günlerden birinde Türkiye’yi ziyaret edecek olan ABD Başkanı George Bush’un Ayasofya’yı ziyaret edeceği hükümetimizden, ABD Büyükelçiliğinden, ABD İstanbul Konsolosluğundan bildirilmişti. Bir ayı aşkın süre içerisinde özellikle ABD’nin önde gelen diplomatlarıyla, FIA ile en küçük ayrıntısına kadar Başkanın Ayasofya’yı ziyaretinin nasıl olacağını belirlemiştik.

Nihayet büyük gün gelmiş; 21 Haziran 1991’de Başkan G.Bush, Cumhurbaşkanı Turgut Özal eşleriyle birlikte Ayasofya’ya gelmişler, diplomatik kurallara uyarak ben karşılamış, iki saate yakın kendilerine bu evrensel yapıyı anlatmıştım. Ziyaret sonunda hem Başkan Bush, hem de Cumhurbaşkanımız Turgut Özal çok memnun olduklarını belirterek teşekkür etmişlerdi.

Bu durumda kendi hükümetiniz ya da bakanlık yöneticileri (!)  tarafından yazılı veya sözlü taltif edilmeyi beklerken birkaç gün sonra İstanbul Kültür Müdürlüğü’ne çağrılarak Kayseri Müzesi Müdürlüğü’ne atandığım tebliğ edildi. Benim yerime oynayanların siyasi girişimleri başarılı olmuş, yöneticilerimiz de (!) sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Seçime çok az bir süre kalmıştı; iktidarın değişeceğini ve yeniden Ayasofya’ya döneceğimi biliyordum. Nitekim de ilerleyen günlerde öyle olmuştu.

Kayseri’de yaşadığım kısa sürede başta gerçek kültür adamı olan Hüseyin Cömert, Ali Yeğen, Halit Erkiletlioğlu,  Mehmet Çayırdağ, İlhan Özkeçeci, Hamdi Kodan başta olmak üzere müzede Mahmut Altuncan, Mustafa Samur, Saim Cırtıl, Mevlude Deniz Yücer gibi değerli kişileri tanıdım, birlikte çalıştık ve dostluklarımız aradan yıllar geçmesine rağmen sürüyor.

Kayseri Müzesi’nde göreve başladığım gün masamda beni bekleyen The White House başlıklı büyükçe bir zarf vardı. ABD Başkanının eşi Barbara Bush, Ayasofya’da çok mutlu olduklarını, harika zaman geçirdiklerini, ziyaretin çok özel oluğunu, kitap ile hediye ettiğim porselen için eşiyle birlikte teşekkür ettiklerini ve anı olarak hayatları boyunca saklayacaklarını yazmıştı.

Bu mektup benim için onurdu; aynı zamanda beni düşünmeye yöneltti. ABD Başkanının eşinden beğeni ve teşekkür alıyorsunuz; kendi bakanlığınız yaşananları dikkate almadan sizi Kayseri’ye gönderiyor. Kayseri Müzesi’nin size ihtiyacı var deseler; bir müzeci olarak seve seve gidersiniz. Buna rağmen kısa süre de olsa orada olmaktan mutluluk duyduğumu söylemeden geçemeyeceğim.

Şimdilerde düşünüyorum; aynı kaderi paylaştığım pek çok arkadaşım gibi bizler Tanrı ömür verdiği sürece ayaktayız. Bizlerin kararnamelerini imzalayanlar, oturdukları koltukları babalarının malı gibi görenlerin isimlerini hatırlıyor musunuz?

Rahmetli Nejat Uygur sahnede üstü kapalı birilerine yüklenir; sonra da seyirciye dönüp “anlayan anladı” derdi.

Anlayan anladı mı acaba?

 

Bu yazı 3076 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum