içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

ANNELER GÜNÜ!

ANNELER GÜNÜ!
“Cennet Anaların Ayaklarının altındadır.” derler. Doğrudur. Her evlat bunu bilir. Ayrıca, “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” deyimi de bilinir.
Bugün size bu deyimlerin ışığı altında “Anneler Günü” anlatacağım. Siz de lütfen bugün annenizi anımsayın ve onun gönlünü alın. Günümüzde gönül alma işi hediye alma olayına indirgenmiş durumda. Bu dayatmaya kanmayın ve annenizi bir şekilde arayın. Sağsa elini öpmeye gidin ve onun kıymetini  bilin. Sonsuzluğa göçmüşse aklınızdan geçirin, onun için dua edin. Yapacağınız dua muhakkak yerini bulacaktır.
Benim annem “Safiye Varol” 1989 yılında vefat etti. İzninizle onu bugün, daha önce yazdığın bir yazıyı buraya taşıyarak anacağım. 
Ancak daha önce “Anneler Günü” neden kutlanıyor? Nasıl kutlanmaya başlamış? Onu anlatmaya çalışacağım. 
*****
Anneler günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla bütün dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gün. Dünya'da en yaygın şekliyle Mayıs ayının ikinci pazar günü kutlanıyor.
Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa'nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibele onuruna kutluyorlardı.
ABD'de Anna Jarvis'in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongre'nin onayıyla Amerika Birleşik Devletleri çapında genişledi. Daha sonra da bütün dünyaya yayılmış. 
Bizin ülkemizde ilk kez 9 mayıs 1955’de kutlanmaya başlamış. Demekki ben 11 yaşındaymışım ve “Annem” yaşıyormuş. Ancak bizde yaşarken hiç “Anneler Günü” kutlanmadı. Nedenini bilmiyorum. 
Annem Safiye Varol, 9 kez hamile kalmış, babamla Anadoluyu at arabalarıyla dolaşırlarken 4 düşük yapmış, (biri de ikibuçuk yaşında Bergama’da toprağa verilmiş), 4 çocuk. İki damat iki gelin ve 16 torun sahibi. 
Ben ona "Çalıkuşum” diyorum. 83 yıllık bir ömre ancak bu kadar sığdırabildi benim "Çalıkuşum”...
*****
Biliyorsunuz Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin'in ilk defa 1922'de tefrika edilmeye başlanıp 1923'te kitap olarak yayımlanan, 1937'de büyük değişikliklerle tefrika edilen romanıdır. Romanda, İstanbullu köklü bir ailenin kızı olan çocuk ruhlu Feride'nin çok sevdiği nişanlısı tarafından ihanete uğramasıyla kendini öğretmenlik mesleğine adaması ve hayatını kazanabilmek için Anadolu'da şehir şehir dolaşması anlatılır. Melodram ögeleri ile yüklü bir aşk öyküsünün yanı sıra bürokrasi eleştirisi, kadınların Osmanlı toplumunda var olma mücadelesi, öğretmenlik mesleğinin icrası gibi pek çok konuyu ele alır.Reşat Nuri Güntekin yaşadığı dönemi çok güzel özetlemiş ve okuyucunun üzerinde “Anadolu” kavramının oluşmasını ve kökleşmesini sağlamıştır 
*****
Romanı lise yıllarında okumuş ve etkilenmiştim.
Ancak benim etkilenmemin en büyük sebebi, roman kahramanı olan Feride’yi “Annemle” özdeşleştirmemdir. 
Nedenini kısaca anlatayım.Yanlış anımsamıyorsam, Feride öksüzdür ve İstanbul’a teyzesinin yanına gönderilir. Yolculuğu çıkmadan önce, memleketindeki yakınları ufacık bir sırt çantasına Feride’nin neyi var neyi yoksa koyarlar ve onu bir neferle İstanbul’a gönderirler. 


 
*****
Feride ile Annemin esas benzerlikleri işte burada başlamaktadır. Annem Safiye Kütahya İlinin Simav ilçeinde 1904 yılında doğmuştur. Kendinden 4 yaş büyük bir ablası vardır. Baba “Gördesli Mustafa” 1915’de Çanakkale’de şehit düşmüş, kısa bir süre sonra anne de vefat etmiştir. Böylece öksüz ve yetim kalan iki kardeş marangozlukla uğraşan dayılarının yanına sığınmışlardır. Bir süre sonra dayı “Ben bunların ikisine birden bakamam.” demiş ve kızlardan birinin İstanbul’da bulunan üvey teyzenin yanına gitmesini istemiştir. Büyük olan “Ben oraya gitmem orada gavurlar var” demiş, “ben gavurlardan korkmam” diyen annem, bir sırt çantası eşya ile bir askerin yanına verilerek, aynı Çalıkuşu romanında olduğu gibi, Istanbul’a akrabasının yanına gönderilmiştir. 
İstanbul’daki ev, yani üvey teyzenin evi, İbrahim Ethem adında bir askerin evidir. İbrahim Ethem Çerkez asıllıdır ve çocuk yetiştirmede katı ve sıkı kuralları vardır. Annem o kurallarla büyür. 
16 yaşına gelince de evin Çanakkale gazisi oğlu Mehmet Tahir ile evlendirilir. 
Ve onunla Anadoluyu adım adım, karış karış dolaşır. Ketum olan eşinin aksine çok açık fikirli, arkadaş canlısı, konuşkan biridir. Yardım severdir. 
Hem eski hem yeni harfleri okuyup yazardı. Asker emeklisi olan Babam Mehmet Tahir “Son Posta” kendi “Hürriyet” gazetesi okuruydu. 
Bendeniz onların ürünüyüm. Şimdiye kadar ne yapabildiysem onların sayesinde. Her ikisini de rahmetle anıyorum. 
İşte benim Çalıkuşu’m, Annem Safiye Varol’un yaşam öyküsü böyle… 

Bugünlük de bu kadar! 
Hoşçakalın! Sağlıcakla Kalın!
Datça Havadis’siz Kalmayın! 

Bu yazı 502 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum