içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

CUMHURİYETİN SORUNU?

Günlerdir herkesin kendine göre bir Cumhuriyet, Cumhuriyet Tarihi tanımı var ve bunlar ile ilgili de yazılmayan, cizilmeyen, söylenmeyen bir şey kalmadı.

   Peki CUMHURİYET kaldı mı?

   Bu ülkenin tarihinde ilk "Cumhuriyet" düşüncesini kim ya da kimler dillendirdi?

    Osmanlı öncesi "Beylik", sonra "Devlet", daha sonra "İmparatorluk" oldu ve feodal dönemin tüm süreçlerini tamamladı.

   Sonra?

   Sonra, dünya ekonomik sistemi ve üretim ilişkileri değişti, feodalizm tasfiye oldu ve Kapitalizm yeni üretim tarzı ile dünya ekonomik sisteminin tahtına oturdu.

   1800'lü yıllar Kapitalizm açısından sorunlu yıllar oldu. Gerek kendi hegemonyasını tüm dünyaya oturmamış olmasından, gerekse de dünya coğrafyasının o gün için kendisi açısından çok geniş olmasından dolayı her şeyi denetleyemiyordu. 

   Bir yandan Çarlık Rusya'sı yıkılıyor, yerine 1917 yılında Lenin'in öncülüğünde "Bolşevik Devrimi"; yapılıyordu.

   Yine bu sıralar Çin ve Japonya savaşıyor, Çin'de halk isyanlarda, bu arada da Mao Zedung, Çin Komünist Partisi öncülüğünde "Çin Kültür Devrimi"ni örgütlüyordu.

   Zaman su gibi akıyordu.

    Emperyalist Devletler İngiltere, Almanya başta olmak üzere, Osmanlıyı Mondros Ateşkes Antlaşması ile tutsak etmişler ve doğrudan ve dolaylı işgallere başlamışlardır.

    Emperyalist Devletler her zaman gittikleri bölgelerde kendi "işbirlikçilerini" bulur ya da yaratırlar. Bugünkü Ortadoğu ve Arap coğrafyası bunun hâlâ en güzel örneğidir.

   1900'lerin başında, Osmanlının özellikle asker ve Paris'te eğitim görmüş sivil bir avuç aydını ülkelerinin geleceğini düşünmeye başlarlar.

    Kimisi "Manda Yönetimi" derken, O günün Kurmay Subayı Mustafa Kemal (Atatürk) ve çok az arkadaşı bağımsız bir devleti, hatta CUMHURİYETİ kurmayı planlıyorlardı kafalarında.

   Emperyalist Devletler, Osmanlı'nın dört bir yanında isyanlar örgütlüyordu. Özellikle Karadeniz'de yaşananlardan İstanbul'un, Pahitatın yönetimini elinde bulunduran İngilizler çok rahatsızdı.

    Bunu bastıracak asker aranırken, Mustafa Kemal (Atatürk) arkadaşları aracılığı ile bu göreve talip oluyordu.

    Ve bir 16 Mayıs 1919 sabahı, İngiliz Donanmasının arasından geçerken "geldikleri gibi, giderler" diyordu yanındakilere.

   Samsun'dan, Erzurum'dan öncede, ta askeri ataşelik yaptığı günlerde bile ortada bir devlet yokken, hatta Osmanlı Sarayı Emperyalizmin güdümünde iken bile o, bir bağımsız devletten ve CUMHURİYETTEN söz ediyordu.

   Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılınca, ilk olarak açılan (T)  Büyük Millet Meclisinde, CUMHURİYET ilan ediliyordu.

    Cumhuriyet ile ilgili bir çok tanım yapılabilir. Günümüz dünyasında Cumhuriyet, çok farklı tanımları olsa da Tek Kişi yönetiminin, MONARŞİNİN karşıtı yönetim şeklidir. Halkın kendini temsil ettirdiği, yönettirdiği yönetim şeklidir.

     İşte buraya kadar herşey, herkes ile ortak. Sorun, Cumhuriyeti yani devleti kimin yöneteceği konusu.

     Sadece "seçimleri" demokrasi sayarsak ortaya başka bir sonuç çıkıyor, halkın kendi seçtiklerini yine halkın kendisinin denetlemesi ve değiştirmesi ise başka bir sonuç üretiyor.

    Burada olay gelip dayanıyor eğitime. Çağdaş, gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş, geri bıraktırılmış ülkeler arasında ki en büyük fark, halkların eğitim düzeyleridir.

     Bu Ülkede, bir üniversite hocası ve yöneticisi "ben cahilleri sever, onların ferasetine güvenirim" dedikten sonra, bırakın halkı, yurttaşları, üniversiteler bile ayağa kalmıyor ise, CEHALET KAZANMIŞTIR demektir.

    Eğitim ve kültürün olmadığı bir yerde de Cumhuriyet, kimse kusura bakmasın göstermelik olur.

    Ne zaman ki halk, Yurttaşlar kendi kişisel ve ulusal haklarına sahip çıkacak duruma geldi ise orada da Cumhuriyet de, Cumhuriyet gibidir, Demokrasi de özgürlük koka koka Demokrasidir.

    Gelelim Türkiye Cumhuriyetine ve 100'üncü yılına.

     Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşları bu ülke için adam gibi bir Cumhuriyet ve Devletin kurmuşlardır. Ne yazık ki, yurttaşları bu güzel Cumhuriyete gerektiği gibi sahip çıkamamışlardır.

     Doğrudur ortada bir Devlet vardır ve yönetim şekli de Cumhuriyettir.

    Demokrasi ise seçim sandığı sayılmaktadır. 

     Ülke ister istemez eğitim ve kültür seviyesine göre seçmen sandığı bazında bölünmüştür.

     Büyük illerin gelişmiş ilçelerinin seçimleri ile, az gelişmiş, geliştirilmemiş, hatta gecekonduya ya da kırsallığa mahkum edilmiş ilçelerin seçim sonuçları ortadadır.

    Demokrasi, aynı zamanda kendine hançer sokan bir yönetim şeklidir. Seçim, denilince her şey değişir.

     Seçimlerin şanssızlığı da, kesin galibiyet yoksa, kuralı güçlü değil, zayıf olan koyar.

    Bazılarınız anlamadınız değil mi?

      Özellikle gelişmiş il ve ilçelerin çağdaş görünümlü yönetimlerine bir bakın;  en son bir Parti'nin ülkenin en büyük ilinde yapılan başkanlık seçiminde her şey itiraf edildi.

      Yerel yönetimde karar noktasında etkin olanlar, Parti'nin temsicileri, seçmeni değil, destek veren küçük gurupları.

      Peki bunların "Cumhuriyetin 100'üncü Yılı Kutlamaları" ile ilgisi ne, diyenlere yanıt.

     Halk, yurttaşlar meydanlarda, Anıtkabir'de, balkonlarda elleri bayraklı, dilletinde marşlar ile yeri göğü iletirken;

       Genel İktidarı eş geçiyorum, onun ne yapacağını bilmeyen yoktur;  peki yerel yöneticilerin, yerel yönetimlerin gistermelik (bazıları hariç) kutlamalarına ne diyeyim.

     Cumhuriyet Fazilettir.

    Fazilet ise eğitim, bilgi ve görgü ile olur.

    O yüzden halkın bu bilinç durumunu yönetenler de göz önüne alsalar ne iyi olur.

     Yaşasın Atatürk'ün Laiklik, Demokrat, Hukuk Devleti ve Cumhuriyeti. 

      Nice YÜZYILLARA (100 Yıllara)!..

                 

Bu yazı 2368 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum