içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

ULUSAL BİLİNÇ KAYBOLURSA

Sabah uyandınız, günlük kişisel işlerinizi bitirdiniz ve sokağa çıktınız.  Oturacak bir kahve ya da pastahane buldunuz ve oturdunuz. Etrafınızda olan birleri ile ilk olarak bakışır, sonra selamlaşır ve sonunda da tanışırsınız.
    Bu seramonide kişiyi tanımlayan ilk ismi olur. Soy ismi ise onu daha genel tanımlamayı amaçlar.
   Laf lafı açar ve nesin, kimsin, nerelisin, kimlerdensin ile soy sop ortaya dökülür. Hele bir de ortak tanıdıklar çıkıp, köy, kasaba, memleket gibi ortak paydalar ortaya çıkınca sohbet biraz daha koyulaşır.
    Siyaset, dini inaç varsa mezhep konuları açılmaya başlanınca, soru işaretleri ile kaynaşma ya da sorgulama ve ayrışma da başlar. 
   Örneğin sohbet, meslek ya da daha genel konular ile derinleşirse hem konuşulacak konu çoğalır hem de daha güvenli bir kulvara girer.
    Gurbet elde iseniz, ilk soru, "Nerelisin?" dir.
    Önce il. Sonra "ora'nın içinden misiniz?" sorusu hemen hazırdır.
     Varsa ilçe ve  dahası, bu kez "oranın neresinde oturuyorsunuz ya da aileniz nereli?"
    Karşıdakinin bilgisi varsa, muhabbet, mahalle, köy ve sülaleye kadar her şey ortaya dökülür.
    Ortak paydalar var ise, tanıdık, arkadaş, hısım, akraba vb sorgulama güven ya da güvensizliğe doğru yoğrulur.
    Hele yurtdışında iseniz, durum daha da enteresandır.
    Konuşulan dil, genellikle kişilerin dili değil de, hakim uluslarası dil olur ve ilk sorulardan, "nerelisiniz? gelir.
   Söylenilen ülke hakkında bir şekilde bilgi var ya da gidilmiş ise, bu kez o ülkenin hangi bölgesi ya da şehrinden olunduğu sorusu yönelir.
    Ülke, ardından şehir, en son ancak ilçeye kadar gider sohbet.
    Sıradan bir kahvede muhabbette konu siyasete gelmişse, parti, lider ya da yöre milletvekili, belediye başkanları konuşulur.
   Yok sohbet biraz entellektüel ise, bu kez ideolojiler gündeme gelir ve konuşma uzar da uzar.
    Bütün konuşmalar başlangıçta bir ön güven ile başlar ama sonrası kişilerin durumlarına göre şekillenir. Bu ya güven, ya güvensizlik ve kaygı daha uzlaşmaz bir çelişki ortaya çıkmış ise de, dargınlık ve kavgaya kadar gidecek bir süreç.
    Bu tür tanışmalarda ön yargılar da önemlidir.
    O yıllar Kamuda çalışıyorum ve bir görev ile ilgili Paris'e gittik. Bir toplantıda ülke tanıtımı için hazırlanan hediye paketlerinden birini bir kişiye vermişim.
    Bir gün sonra bize Fransızca tercümanlık da yapan arkadaşımız Nezaket'e, bir bayan gelir, bizi yemeğe davet etmek istediğini söyler.
   Orada yaşayan arkadaşlar ile Paris'in eski bir şatosundaki restoranına gittik. Kuyruk vardı kapıda. 
     Arkadaşlar davet eden kişinin adını söyleyince, bizi hemen içeri aldılar ve hazırlanan öndeki özel masaya oturttular.
    Biz, yemek siparişlerini incelerken davet sahibi bayan geldi, önce  bizim ile sohbet etti, sonra da kendisinin özel bir tepside hazırlattığı yemek geldi. Muhteşem olduğunu söyleye gerek yoktur sanırım.
    Hediyeyi veren ben olduğum için sohbet benim üzerimden dönüyor ama Fransızca bilemeyen tek kişi de ben olduğumdan da sohbete biraz "Fransız" kalarak ingilizce katılıyordum.
    Aslında sohbet sadece bir nezaket olarak başladı ama benim nereli olduğumu sorunca, arkadaşlar da "Türkiye'den" demişler.
    Kadın şaşkın. İnanmıyor. Uzun bir iknadan sonra, "Bu bey Türkiye'den ise, o zaman Antalyalıdır" der.
    Tabi masada önce bir şok sonra da  kahkaha. 
    1990'lar ama hala ülkemize gelen turistler eşek üstünde gezen insan resmi çekmek isterler, Türk erkeğinin de şalvar giyen, poşu takan insanlar olduğuna inanıyorlar.
    Ben tıraşlı, takım elbiseli, kendime de haksızlık etmiyeyim, biraz da yakışıklı olunca (!?) kadının teklif etmediği ne iş, ne oturma izni ne de vatandaşlık kaldı. 
    Arkadaşlarımın bunlara ihtiyacı yok, zaten ülkede de sorunu yok falan dediler ise de biraz bozularak, şaşkınlıkla "eyvallah" dedi. 
    Tabi bugün ülkenin bu halini yaşayınca, kendime kızmadığımı düşüneniniz yoktur sanırım!..
    İnsan ilişkilerinde algılar ve bilgiler önemlidir. 
    Bunu sağlayan önce aile, sonra sosyal çevre ve sonrası da eğitimdir.
    Kim neyin farkında bilemem ama çevreye bakınca, artık izlemesemde bazen haber bakacağım diye evde televizyona bakarken rastladığım insan ve aile manzaraları, artık toplumun, milletin ve ülkenin şirazesinin dağıldığını gösteriyor.
    Genellikle başı kapalı, taşralı (ki ben de bir Antalyalı olarak taşralı sayılırım) bir kadın, kız, evli; sevgilisi var. Bir başkasından hamile. ... ...
    Siyasi tartışmalarda artık sosyal içerik değişmiş, etnik milliyetçilik ya da din inanç, mezhep dahası tarikatlara kadar varmış.
    Herkes aklını başına toplasa iyi olur. 
    Başta kendisini "Osmanlı torunu" sayanlar, (ki benin dedemin ağabeyi Sipahi Muharrem Bey) böyle bir torunluk falan yok. Ninelerim bu millet ve toplum için "burada 72.buçuk millet yaşar" derlerdi, doğru. Osmanlı Devleti sınırlarında gerçekten 72 buçuk millet yaşamış ve bu günkü Devlet Arşivinde, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde 26 ülkeye/devlet/millet bulunduğu görülmektedir.
   Emperyalizm Osmanlı'yı parçalamış ve Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve bir kısım yurtsever komutanın sayesinde 1915 Çanakkale savaşları ile başlayan MİLLİ MÜCADELE, 9 Eylül 1922'ye kadar sürmüştür.
    1800'lerin sonunda başlayan Uluslaşma süreci, emperyalizmin de teşviki ile Ulus Devletlerin kurulmasını sağlamıştır. 
    Binlerce yıllık bir devlet geleneği olan Türk Milletinin de bu süreçten uzak kalması düşünülemezdi, hele emperyalist işgale karşı kazanılan bir ulusal kurtuluş savaşından sonra. 
   Bir devlet kurulacak, bu Devletin bir Dili, bir Bayrağı ve  bir de Anayasası olmalıydı. 
    O günün şartlarında bir devlet kurulmuş, hilafet kaldırılmış ve Anayasasında bir MİLLET TANIMI YAPILMIŞTIR.
    Türkiye Cumhuriyeti'nin 1920'lerde başardığı bu ULUSLAŞMA SÜRECİ, bugün dünyanın bir çok ülkesinde örnek alınarak yaşanmaktadır. 
    Atatürk ve o günün doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm yurtseverleri bir ülkü etrafında birleşmişler ve Anayasada da kendilerini tanımlamışlardır:
    "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur." (1924 Anayasası Md 88)
   Atatürk, "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabında da TÜRK MİLLETİNİ, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir"(1930) diye tanımlamıştır.
    Türk bayrağı'nın da, bir etnik unsur değil tüm unsurları ile Türk Milletini temsil eder olduğu vurgulanmıştır.
    Bu yüzden, herkese akıl verecek değilim ama bu topraklarda yaşayan tüm insanları birlikte yaşatacak ortak değerlere sahip çıkmak ve yaşatmak zorundayız.
    Mülteci, Sığınmacı ve Göçmen'in farkına ve bilincine vararak!..

Bu yazı 833 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum