-
Erdem Yücel
Tarih: 24-04-2024 20:50:00
Güncelleme: 24-04-2024 20:50:00
Toplum olarak bizlerin diğer ülkelerde olmayan bir özelliğimiz vardır; paramız olmasa bile zenginliği, zenginleri severiz. Onların zenginliğini dışarıdan izler ve mutlu oluruz. Bunun en güzel örnekleri televizyon dizileridir. Dizi kahramanlarının holding patronu olmaları, lüks villalarda yaşamaları, son model arabalara binmeleri, daha doğrusu paraya pul demeyip har vurup harman savurmalarını sanki kendimiz yapıyormuşçasına izleriz. Bu nedenle de ekranlara kilitleriz. Yarım kilo kıyma alacak paramız olmasa bile master chef’de pişirilenleri kendimiz yermişçesine karnımızın doyduğunu sanırız. İsmini bile bilmediğimiz yiyecekleri, içecekleri yine ekranlardan öğreniriz Sanırım pek çok insan da; acaba ben bunları neden yiyemiyorum diye düşünmez. Bazı din adamlarının (!) söylediklerine inanır, bu dünyada fakir olan öbür dünyada zengin olacak palavrasına kanarız. Ne demişler; iş bilenin kılıç kuşananın…
Yabancı ülkelerden binde birini bile göremeyeceğiz paralarla futbolcular, teknik direktörler transfer ederiz. Sonra da gece yarıları, sabaha karşı da olsa havalimanlarında taraftarlar onları karşılar. Aldıkları yüksek paralar sanki kendi ceplerine girecekmiş gibi sevinir, bayram ederiz. Belki de gelenler şaşkın; biz nereye geldik veya neymişiz diye düşünmüş olabilirler.
Sözün kısası tuhaf bir toplumuz; başkalarının zenginliğine sevinirken kendi halimize bakmak aklımıza bile gelmez…
Zenginlik bazen aileden kaynaklanır. Onların varisleri şanslı kişilerdir. Bazen de şaibeli yollardan edinilir. Çevreye bakıyorsunuz; nereden kaynaklandığı belli olmayan türemiş zenginleri görüyorsunuz. Kaynağını ne siz sorarsınız ne de onlar söyler.
Yeri gelmişken hepimizin bildiği bir atasözünü tekrar etmekte yarar var sanırım; “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” diye…Kim söylemişse gerçekten doğru söylemiş, yerine cuk diye oturmuş bir söz!..
Bir başka deyim daha vardır ama nedense onu aklımıza bile getirmeyiz:
“Kimi yer kimi bakar, kıyamet bundan kopar”
Ben kendi hesabıma ekonomiden hiç anlamam. Haddimi bilirim; ekonomi eğitimi almadığımdan bu konuda bir söz söyleyemem. Bu yüzden olacak; yabancı ülkelerde ve bizde olup biten para politikaları, enflasyon gibi iktisadi terimler beni hiç etkilemiyor!.. Bu arada toplumun bilmediği ekonomik bilimsel sözcükleri kullananları ne anlarım ne de dinlemem.
Yine bu günlerde, zenginlik, gösteriş ve itibarla ilgili haberleri basında ve sosyal medyada sıkça görülmeye başlandı. Yoksul bir ülke olmadığımız, bu yüzden kıskanıldığımız bizlere pompalandıkça seviniyor; işlerin tıkırında gittiğini sanıyoruz.
Yoksulluğun ortaya koyduğu örneklerle beklemediğimiz anlarda karşılaşıyoruz; Pazarların sona erdiği saatlerde atık yiyecekleri toplayanlar veya akşam karanlığında çöp kutularını karıştıranları görmek de her zaman mümkün...
Gerçekten insana üzüntü veren görüntüler…
Çarşı Pazar edebiyatını bir yana bırakıp zenginlerle ilgili medyada çıkan haberleri izlemek belki de bizleri mutlu ediyor.
Kimileri batının en pahalı otellerinde ıstakoz başta olmak üzere ismini bilmediğimiz şeyleri yiyor, Maldiv’lerde tatil yapıyor. Koluna Rolex marka saat, bileğine Fransa’nın ünlü markası Louis Vutton bileklik takıyor ve bizler onları görünce mutlu oluyoruz. Seçim zamanı gelince de bu mutluluktan sandığa gidip gönül rahatlılığı ile oyumuzu kullanıyoruz.
Türkiye’nin itibardan ödün vermeyen, gösterişten yana bir ülke olduğumuzu yerel seçim sonrası en küçük ilçe belediyelerin bile akıl almaz paralar harcadığını, makam odalarını saraylara benzettiğini görünce sevinelim mi, üzülelim mi karar veremiyoruz. O zaman insanın aklına yüzyılı aşkın bir süre önce Fevfik Fikret’in “Yan-ı yağma “ şiiri geliyor.
Fikir jimnastiği yapmış olsak; sorumsuzca harcanan belediye paralarının hesabı belediye başkanlarından tahsil edilmiş olsa, acaba bu israf yapılır mı diye insan kendi kendine düşünmekten alamıyor.
Almanya Başbakanlarından Merkel’in çalışma ofisinin sadeliği ile bizimkilerini karşılaştırmış olsak acaba ne düşünürüz?
Bazıları görgü, bazıları sonradan görme diyorsa da ona da inanmak istemiyor insan…
Türkiye’nin gariplikler ülkesi olduğuna çoğu kez yazılarımda dile getirmiştim.. Yakınlarda ünlü teknik direktörle bazı futbolcuların bir banka müdürüne kaptırdıkları paralar yarıya düşmüştü. Bunun arkasında nelerin olduğu henüz bilinmiyor. Anlaşılan havadan kazanç, hırs böyle bir şey olmalı…
Yakın tarihimizde Turgut Özal döneminde de böyle görüntülere şahit olmuştuk. Yıldız Sarayının Has Bahçesinde papatyalar denilen, dönemin iş adamlarının hanımları şatafatlı görüntüler sergilemişlerdi. Lale devrinin özentisiyle kaplumbağaların sırtlarına yanan mumlar yerleştirilmiş, kendileri de Osmanlı saray giysileri, kaftanları içerisinde görüntüler sergilemişlerdi.
Bilimsel ve kültürel kişiler tüm yaşamlarını çoğunlukla söz sahibi oldukları branşlara adarlar. Ömürleri boyunca kazandıkları devede kulak kalır... Kısacası ülkemizde beyin gücü kas gücünün veya çıkarın karşısında yenik düşmüştür.
O da işin başka bir yönü…
- Datça’da sizlere ömür!..
- Atatürk’ün kültüre verdiği değer
- Şaşa Dimitolara dikkat!..
- Öğretmenlerimiz ve eğitim çıkmazımız!..
- Bunları da mı görecektik…
- Kıbrıs harekâtının 50. yıldönümü
- Datça’nın simgesi Can Yücel mi?
- İç Anadolu'nun bir kasabasından gözlemlerim
- Sessiz sinemanın Şarlo efsanesi Charlie Chaplin
- Bir zamanlar Stan Laurel ve Oliver Hardy vardı
- Datça’nın yıkılan, yerleri otopark olan yapıları!..
- Bir zamanlar Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü vardı