içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Suudiler bize Medine Kahramanı Fahrettin Paşa’yı hatırlattı

Yeni yılın ilk gündemi Suudi Arabistan’ın başşehri Riyad’da oynanması istenilen; ancak oynanamayan Fenerbahçe- Galatasaray Süper Kupa maçı oldu. Suudilerin Atatürk karşıtı tutumlarının ne olduğu biliniyordu. Cumhuriyetin 100. Yılında bu maç neden orada oynanmak istendi?

Bu maçı kimler istedi, kimler protokol yaptı ve o protokolde neler yazılıydı?

Bilen var mı?

Gerçekten akıl sır ermiyor dersek yerinde olur.

Riyad’ta yaşanan ve tepkileri hâlâ süren çirkin olayın sonrasında Türk ulusunun Atatürk’e, cumhuriyete olan sevgisi; daha doğrusu büyük öndere sahip çıkması bir kez daha anlaşıldı.  Belirli günlerde yüz binlerce insanın ellerinde bayraklarla Anıtkabir’e  gitmelerinin boşuna olmadığını gördük. Kısacası yaşananlar Türk toplumunun Atatürk’e,  bağımsızlığa, laikliğe, çağdaş Cumhuriyete, akılla, bilgiyle bağlılığının en açık göstergesiydi.  

Olaylar gelişirken tarihi gerçeklere biraz olsun değinmek istedim: Suudilerin Atatürk’e olan düşmanlığı nereden kaynaklanıyor?

Bunun için Osmanlı’nın son dönemlerine, I. Dünya Savaşında yaşananlara, o dönemin tarihine bakmak, doğruyu okumak gerekiyor.

Cumhuriyet Türkiye’sinin çağdaş uygarlığa batıya yönünü çevirmesi,  emperyalizmin ezdiği topluluklara örnekti…

Atatürk’ün izlediği Ortadoğu politikasının ne kadar yerinde olduğunu günümüzde bir kez daha görüyoruz.

Bugünkü Arabistan’ın İngilizlerin desteğiyle, silah ve altın yardımlarıyla kurulduğunu biraz tarih okuyanlar bilirler.. I.Dünya Savaşı sırasında; 1918’de Osmanlı askeri Suriye, Irak, Filistin ve Arabistan cephelerinde İngilizlere karşı savaşıyordu. Anadolu gençleri Arap çöllerinde ölüyorlardı. İngilizlerin altınla satın aldıkları Araplar Osmanlı askerini arkadan vuruyor, su kuyularına zehir atıyor, baskınlar düzenliyor ve ikmal yollarını kesiyorlardı.  Kaynaklardan öğrendiğimize göre askerlerimiz çekirge yemek zorunda kalmışlardı. Medine garnizonu kumandanı Fahrettin Paşa’nın  “Evlatlarım, çekirgeleri tavada pişirip yiyin. Ben yiyorum, çok güzel oluyor.” sözü Harp Tarihimize geçmiştir.

Yanılmıyorsam Osmanlı döneminde Mekke ve Medine Musul vilayetine bağlıydı;  o bölge insanı askere alınmaz, devlete vergi vermezdi. Buna rağmen Osmanlıyı arkadan vurmuşlar ve İngilizler tarafından toprakları masada çizilerek Suud krallığı kurulmuştur.

Son kupa olayından sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi Suudi Arabistan Büyükelçiliğinin bulunduğu sokağın ismini Fahrettin Paşa olarak değiştirdiğini basından öğreniyoruz.

Fahrettin Paşa’dan söz etmenin yeri geldi sanırım. Bu konuyu Feridun Kandemir yazdı; Emin Çölaşan defalarca sütununda anlattı. Ayrıca Fahrettin Paşa’nın iki ciltlik “Medine Müdafaası” isimli kitabında anılarını anlattı. Bence herkesin okuması gereken tarihi bir eser…

I.Dünya Savaşı sürerken Peygamberin Ravza-i  Mutahhara ismi verilen mezarı Medine’de bulunuyordu.  Bölgeyi Fahrettin Paşa’nın garnizonu koruyordu. Medine garnizonu aylardır Araplar ve onları destekleyen İngilizler tarafından kuşatılmıştı. Peygamberin mezarı ateş altına alınmıştı.  Garnizon açlık, cephanesizlik, sefalet; sözcüğün tam anlamıyla bir felaketle boğuşuyormuş.. 

Fahrettin Paşa eninde sonunda Medine’nin elden çıkacağını anlamış; Osmanlı padişahlarının yüzyıllar boyunca hediye ettikleri el yazma Kuranları, altın şamdanları, buhurdanları, kılıçları ve kısacası Peygamberle ilgili ne varsa İstanbul’a yollamayı başarmıştır. O sırada Osmanlı 30 Ekim 1918’de Mondros anlaşmasını imzalayarak teslim oluyor. Gelin görün ki; Fahrettin Paşa Medine’de teslim olmayı reddediyor. Aylarca İngiliz ve Arap hücumlarına direniyor Padişah Vahdettin Paşanın teslim olmasını istiyor; ancak O teslim olmuyor, mücadelesini sürdürüyor, Peygamberin mezarını koruyor. Kimlere karşı derseniz İngiliz ve Müslüman Araplara karşı!..

Tarihler beni yanıltmıyorsa Paşa 1919’un Ocak ayında Peygamberin mezarında namazını kılıyor. Durumun çaresizliğini gören subayları onun direncini kırıyorlar ve zorla Medine’yi teslim ediyorlar. Fahrettin Paşa’da kılıcını, tabancasını orada bırakarak esir oluyor. Aylar boyunca Arapların saldırılarına karşı koyan Medine garnizonu da böylece düşüyor…

Fahrettin Paşa Malta esir kampında iki buçuk yıl kaldıktan sonra 1921 de serbest kalıyor,   İtalya, Almanya, Rusya Batum ve Kars üzerinden Erzurum’a ulaşıyor; oradan da Milli Mücadeleye katılıyor. Kurtuluş Savaşının kahramanlarından biri oluyor.

Atatürk bu büyük kumandan için; “Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımız” demiştir.

Fahrettin Paşa Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkkan soyadını alıyor ve 1948 yılında vefat ediyor ve Rumelihisarı Mezarlığına gömülüyor.

Fahrettin Paşa’nın Araplar ve İngilizlerin eline geçmesini önlediği eserler bugün Topkapı Sarayı Müzesinde Kutsal Emanetler bölümünde bulunuyor. Merak edenler olursa onların listesini her zaman verebilirim

Fahrettin Paşa olmasaydı; bu değerli eserler belki kapanın elinde kalır, belki de British Museum’da sergilenirdi.

Riyad’daki Rezaletten yola çıktık ismini pek az bildiğimiz gerçek bir kahramanımız ile yazımı noktalamak istedim

Fahrettin Paşa ve onun askerlerinin ruhu şad olsun…

 

Bu yazı 2541 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum