-
Erdoğan Varol
Tarih: 14-09-2024 20:35:00
Güncelleme: 14-09-2024 20:35:00
YÜZ YILIN SÖZÜ
"Efendiler, elinde yanlış bir şahadetname (diploma) ile cemiyete çıkan bir adamın memlekete zararı sizin tasavvur edebileceğinizden çok fazladır.
Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sahibi olanlardır...
Bu adam bütün hayatında ilmin, liyakatin ve çalışkanlığın düşmanı olacaktır."
8/7/1929
[inönü'nün AÜ Hukuk Fakültesi ilk mezunlarına konuşması]
*****
Ülkemiz bugünlerde bir muammayı çözmekle meşgul! 8 yaşında bir kız çocuğu öldürüldü ve kimin öldürdüğü bir türlü bulunmuyor! Bir köy susuyor ve konuşmuyor. Hatta sahte deliller ortaya çıkıyor ve sahte ihbarlar yapılıyor.
Yani toplum yapımız çökmüş. Sosyal yönümüz yaralanmış!
Ba(ğ)zılarının orası "Diyarbakır" dediğini duyar gibiyim. Ancak unutmayın oralarda bu ülkenin parçası!
Yani yok birbirimizden farkımız! Rahmetli İnönü'nün dediği gibi eğer "biat" yerine " liyakat" olsaydı, bu olay başka türlü çözülürdü.
Canınız yandı ya da sıkıldıysa, Tamer Dursun'in yazdığı aşağıdaki yazıyı okuyun lütfen ve düşünün!
*****
"Önceleri bana çok iyi davranıyordu ama benden istediği bir şeyi yapmadım diye bana çok kızdı ve o günden sonra sürekli kulağımı çekip vurmaya başladı."
Karşımda oturan çocuğun sözleriydi bunlar.
Tertemiz bir yüzü ve kocaman kömür gibi gözleri vardı.
Benimle koşurken huzursuzdu. Sanki söylediklerini benim dışımda birileri duyacak da ona kötülük yapacaklar gibi.
Ekonomik durumu iyi olmayan ailesi tarafından bir cemaat yurduna verilmiş ve bir süre orada kalmıştı. Son zamanlarda sürekli yurttan kaçtığı için de "Bundan adam olmaz." denilerek aileye geri verilmişti.
"Peki, o herif senden ne yapmanı istemişti?" diye sordum.
Başını kaldırıp camın önünde duran kuşa baktı. Bir damla, sadece bir damla yaş kirpiklerinden süzülüp, önce yanağına, oradan da pantolonuna düştü.
"Şeyini...şeyini tutmamı istedi..." gerisini getiremedi.
Kalkıp mutfaktan bir bardak meyve suyu getirdim.
"Bunu ailenle paylaştın mı?"
Başıyla onayladı.
"Onlar ne yaptılar?"
Beni dinliyordu ama arada bir de camın önündeki kuşa bakmaya devam ediyordu. Sorumu duymamış gibi "Neden uçmuyor ki bu kuş?" diye sordu.
"Bilmem" dedim "Belki yorgundur, belki canı istemiyordur, belki de birini bekliyordur."
Kaşlarını çattı.
"Benim kanatlarım olsaydı, hemen uçardım. Hemen uçar giderdim buralardan. Buralar kötü."
Sorumu tekrarladım.
"Annen ve baban ne yaptılar? Seni oradan almadılar mı? Eve götürmediler mi?"
"Yok" dedi "Babam çok kızdı bana. Sırf eve gelmek için olmadık yalanlar söylüyormuşum. Orası müslümanların eviymiş. Müslümanlar öyle şeyler yapmazlarmış."
Sustuk.
Sadece duvardaki saatin sesi duyuluyordu.
"Tik...tak...tik tak...tik..."
Meyve suyundan bir yudum aldı.
"Biliyor musun, ben büyüyünce çocuk doktoru olacağım." dedi.
Yüzünde batan güneşin geride bıraktığı tarifsiz bir hüzün vardı?
"Neden özellikle çocuk doktoru?" diye sordum.
"Büyükler bilmiyor ama ben biliyorum. Çocuklar üzüldüklerinde, en çok kalpleri acır. Kimse çocukların kalplerine bakmıyor. Ben doktor onların kalplerine bakacağım. Kalpleri hasta olmuşsa, iyi edeceğim."
Kalbi acıyordu ve bütün çocukların da aynı durumda olduğunu düşünüyordu.
"Çocuklar üzüldüklerinde, en çok kalpleri acır."
Haklıydı.
Hem de çok.
Sormadan etmeden dünyaya getirdiğimiz çocuklara söyleyecek bir çift umutlu sözümüz yoktu. Onları hayalsiz düşsüz bir yeryüzüne hapsetmeyi marifet sanıyorduk. Biraz ağlasalar, biraz yüzleri asılsa, hemen parayla, oyuncakla, şekerle, çikolatayla, kıyafetle ya da pahalı hediyelerle mutlu etmeye kalkıyorduk. Çünkü elimizden başka bir şey gelmiyordu. Çünkü kalplerinin acıdıklarını düşünmüyorduk. Eşyalarla acılarını dindirdiğimize inanmak bizim en büyük hatamızdı.
"Gideyim ben." dedi ve yerinden kalktı. Ve vedalaşmadan önce dönüp bir daha cama baktı. Kuş yerinde yoktu.
"Uçmuş" dedi.
"Evet, uçmuş."
"Aferin ona. Keşke çocukların da kanatları olsaydı..." dedi ve gitti.
Ne kadar doğru bilmiyorum ama geçenlerde, özellikle son yirmi yıl içinde bir milyondan fazla çocuğun cemaatlerin eline düştüğünün anlatıldığı bir makale okumuştum.
Bir milyon çocuk!
Bunların çoğu garibanların, fakir fukarının çocukları. Maddi imkansızlıklardan dolayı çocuklarını okutamayan anne ve babalar ister istemez bunların ocağına düşüyor.
"Müslüman kötülük yapmaz" düşüncesiyle de çocuklarının nerelerde ve hangi şartlarda yaşadıklarını bile araştırma soruşturma gereği duymuyorlar.
İnsanların yerine etiketlerin, sıfatların ve mevkilerin konuşulduğu bir dünyada yanlışlardan başka bir şey kalmamış elimizde.
Taciz edilen, tecavüze uğrayan, şiddet gören, gelecekleri ve hayalleri ellerinden alınan çocuklar...
Yıllardır ardı arkası kesilmeyen "cemaatte taciz, cemaatte tecavüz, cemaatte şiddet" haberleri...
En kötüsü de ne biliyor musunuz?
Bütün bu olup bitenlere "alışmak"
Artık bu tür haberler "normal"leşti.
Çoğu insan şaşırmıyor, kızmıyor ve tepki göstermiyor.
Okuyup geçiyorlar.
Okumadan geçiyorlar.
Devletten fazla maaş, fazla emeklilik parası, ev, araba hatta kadın isteyenler nedense "çocuklara güvenli bir yaşam garantisi" istemiyor!
Çocukların kalbi acıyor dostlar.
Bu ülkede
Çocukların
en
çok
kalbi
ağrıyor.
Ve...
Ve hiçbirinin, buralardan uçup gidecek kanatları bile yok!
*****
Bugünlük de bu kadar!
Hoşçakalınız! Sağlıcakla kalınız!
Datça Havadis'siz kalmayınız!