içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

KADINLAR GÜNÜ!

Bir gün önce, 8 Mart’da “Kadınlar Gününü” kutladık. Daha doğrusu kutluyor gibi yaptık. Çünkü ülkemizde anamız, bacımız, karımız, kızımız olan kadınlarımız hâlâ yeteri kadar değer görmüyor. Öldürülüyor, katlediliyor, dövülüyor… Biz hâlâ yalancıktan toplumun yarısından çoğunu meydana getiren kadınlarımıza değer veriyormuş gibi davranıyoruz. 
Bunun nedeni kadınlar gününü neden kutladığımızı bilmediğimizden geliyor bence.
Kendi istekleri ile bir Yahudi adeti olan kara çarşafa giren, türban bağlayan, tesettüre giren kadınlarımız niye kadınlar gününü kutladığımızı bilmiyor. 
Kısaca anlatmaya çalışayım. 
“Emek” kelimesi geçtiği için “Emekçi Kadınlar” olan adını “Kadınlar Günü” olarak değiştirdik. 
Böylece, birçok işi gık demeden yapan, hatta erkeğinin önüne atılıp onu koruyan, “Kadın” diye daima aşağı gördüğümüz diğer yarımızı, yaşamımızın dışına ittik.
Halbuki, gericiliğe, eşitsizliğe, cinayetlere karşı alanlara çıkan kadınlarımız Cumhuriyetimizi koruyorlar ve bağnaz yobazların karşısına dikiliyorlar.
Ancak Arap ve karanlık sevdalısı olanların da hışmına uğruyorlar.
Nereden mi biliyoruz? İktidarı elinde tutanların İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinden bu yana, yani yaklaşık üç yılda en az 917 kadının katledilmesinden bu sonucu varıyoruz!

Ancak kadınlarımız yine de mücadelelerini sürdürüyorlar!
En önemlisi gericiliğe karşı “Boyun eğmeyeceklerini” tüm güçleriyle haykırıyorlar.

*****
Peki neden “Kadınlar Gününü” ya da “Emekçi Kadınlar Gününü” 8 Mart’da kutluyoruz da başka bir günde kutlamıyoruz?
Yanıt basit: 8 mart 1857’de daha iyi çalışma koşulları uğruna greve giden ve bu uğurda yaşamlarını yitirden 129 kadın işçiye saygı olsun diye 8 Mart’ta kutluyoruz. Yani günün 167 yıllık bir mazisi, geçmişi var. Bakmayın ülkemize geç geldiğine…


 
*****
Ancak ulusumuzun tarihine baktığımızda durumun tam tersini görürüz.
Türklerde kadınlar daima erkeğin yanındadır. Hakları erkekle eşittir. Aile yönetiminde, çocuklar üzerindeki haklarında, hatta ülke yönetiminde eşit söz sahibidirler. Kendilerine ait kararları tek başlarına alabilirler. Bu da kendilerine güvenmelerine, birçok işte başarılı olmalarına sebep oluyor. 
Örneklerini günümüzde bile görürüz. 1925 Paris Olimpiyatlarında ülkemizi temsil edecek “Filenin Sultanları” –ki ben onlara Ata’nın Kızları diyorum-, Siirt’ten 15 yaşında çıkıp Avrupa Şampiyonu olan Milli güreşçimiz “Evin Demirhan Yavuz”, Ritmik Cimnastikte Dünya Şampiyonu olan hemşehrim Akhisarlı “Ayşe Begüm Onbaşı” hemen aklıma gelen isimler. Ancak izin verirseniz birkaç isim daha yazayım:
Şahika Ercümen (Milli Serbest Dalışçı), Zehra Güneş (Milli Voleybolcu), Başak Mireli (Yelkenci), Ebrar Karakurt (Milli Voleybolcu), Aysu Türkoğlu (Açık Su Yüzücüsü), Eda Erdem Dündar (Milli Voleybolcu), Hatice Akbaş (Milli Boksör), Naz Arıcı (Artistik Buz Pateni Sporcusu), Sümeyye Boyacı (Paralimpik Milli Yüzücü), Şennur Demir (Milli Boksör), Nevriye Yılmaz (Milli Basketbolcu), Tuğba Danışmaz (Milli Atlet), Yasemin Ecem Anagöz (Milli Okçu), Yasemin Adar (Milli Güreşçi), Çağla Büyükakçay (Tenisçi), Buse Naz Çakıroğlu (Milli Boksör), İpek Soylu (Tenisçi), Busenaz Sürmeneli (Milli Boksör), Göksu Üçtaş Şanlı (Artistik Jimnastikçi), Nur Tatar (Olimpik Tekvandocu), Nazmiye Muslu Muratlı (Türk Paralimpik Halterci)…
Eklemek istediğim birşey daha var. Hanım kelimesinin nasıl oluştuğunu anlatarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Hanlar hanı bir Türk, tebasına seslenirken, ben sizin Hanınızım ama, (eşini göstererek) bu da benim Hanım demiş. 
Ve böylece dilimize “Hanım” kelimesi girmiş…

Bugünlük de bu kadar!
Hoşçakalın! Sağlıcakla Kalın!
Datça Havadis’siz Kalmayın! 

Bu yazı 871 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum